İlk bakışta karaciğer ile kehanet arasında bir bağlantı kurulamayabilir. Fakat antik çağda kehanet ile karaciğer arasında çok önemli bir ilişki vardı. Bu yazıda size, konuyla alakalı pasajlar sunup bahsettiğim ilişkiyi açıklamaya çalışacağım. Ve beraberce, bu ilişkinin kökenine inmeye çalışacağız.
Başlamadan önce, “modern” bakış açınızdan arınmaya çalışın. Çünkü bu yazıda mistisizmin ön planda olduğu bir zamandan bahsedilecek. Şöyle ki; bahsedeceğim dönemde yapılan bilim bile mistisizmle iç içeydi ve insanlar, gökyüzü gözlemlerinden tutun hayvanların incelenmesine kadar birçok gözlemin ve birçok bilimsel faaliyetin içini ilahilikle doldurup kendilerine mal etme eğilimindelerdi. Sanırım, bu eğilimin en büyük sebeplerinden bir tanesi o zamanlardaki evren görüşüdür (bakınız: yer merkezli evren modeli). Kabaca söylemek gerekirse; o dönemlerde yaşayan insanların, kendilerini evrenin merkezinde sanmaları, doğal olarak, kendilerini özel hissetmelerine yol açmıştır. Böylelikle de etraflarında gördükleri birçok olayı kendi üzerlerinden yorumlamışlar diyebiliriz. O zamanları anlamamıza yardımcı olması açısından bu konuyu paylaştım; yoksa bahsettiğim konu, bizim yazımızın konusu değil.
Öncelikle, “kehanet” sözcüğünün anlamına bakalım. “Kehanet” arapça kökenli bir sözcük olup “khn” kökünden gelmiştir ve “kihana” yani gaipten haber verme sözcüğünden alıntıdır.(1) Gaipten haber verme şeklinde tanımladığımız kehanet, antik çağda farklı yöntemlerle yapılıyordu. Bahsettiğim yöntemlerden bazıları şunlardır; kuşların uçuşlarını izleme, gökcisimlerinin hareketlerini gözlemleme ve kurban edilen hayvanların karaciğerlerini inceleme. Bu yazıda, başlıktan anlaşılacağı üzere karaciğer okuyarak kehanette bulunma yönteminin üzerinde duracağım.
Bu kehanet yönteminden bahseden Eski Yunan’daki birkaç örnekten başlayalım. Aiskhylos’un, Zincire Vurulmuş Prometheus isimli tragedyasında; Zeus, adı “önceden gören” anlamına gelen kâhin Tanrı Prometheus’u cezalandırır. Prometheus’un söylediğine göre Zeus, tahtına çıkar çıkmaz her tanrıya şeref payını verir fakat zavallı ölümlüleri, “aklının ucundan bile geçirmez” hatta aksine soylarını ortadan kaldırıp yeni bir soy yaratmak ister.(2) Bunun üzerine Prometheus, insanlara acıyıp onları kurtarır ve onlara, bütün sanatların anahtarı olan ateşin tohumunu götürür.(3) Zeus ise Prometheus’u cezalandırıp onu bir kayaya zincirler ve Prometheus’un karaciğerini bir kartala yedirtir. Prometheus, Tanrı olduğundan ötürü karaciğeri yenilenir ve kartal, karaciğer yenilendikçe onu yemeye devam eder. Prometheus, tragedyanın ilerleyen kısımlarında, Koro’ya karşı konuşurken, insanlara, kâhinlik sanatının farklı yöntemlerini öğrettiğinden bahseder. Burada, kuş uçuşlarını gözleyerek yapılan kehanet yönteminin yanında hayvan karaciğerinin bölümlerinin, hangi biçimleri ve görünüşleriyle tanrıların hoşuna gideceğini de insanlara öğrettiğini söyler.(4) Tragedyanın konumuz ile alakalı olan kısmı bu kadar, devamında olanlar bizim konumuzun dışındadır. Burada Zeus’un kartala, Prometheus’un karaciğerini yedirtmesi bir tesadüf olmasa gerek. Neden başka bir organ değil de karaciğer?
Antik Yunan’daki başka bir kaynağımıza başvuralım şimdi de. Atomcu teorisiyle ün kazanmış, doğa filozofu Demokritos da bu konuyla alakalı bir şeyler söylemiştir. Yine Cicero’dan aktarıyorum: “Demokritos eskilerin kurban edilen hayvanların iç organlarını incelemek konusunda bilgece bir yöntem geliştirdiğini düşünür, organların durumundan ve renginden bazen sağlık bazen hastalık işareti, hatta bazen tarlaların gelecekte verimsiz mi yoksa verimli mi olacağı anlaşılabiliyormuş.”(5) Yunan edebiyatında karşımıza çıkan kehanet yöntemi, ünlü filozofa atfedilen pasajda da karşımıza çıkıyor.
Yunan dünyasından vereceğimiz son örnek, Platon’un Timaios isimli diyaloğundan olacak. Diyaloğun sonlarına doğru Platon, insan vücudundaki organların görevlerini anlatmaya başlar. Sıra karaciğeri anlatmaya geldiğinde Platon, bir şeylere iştah duyan ruhun akıl tarafından karaciğer vasıtasıyla korkutulduğundan bahseder.(6) Ve geceleri insanı rahatlatan karaciğer, uyuyan insanın geleceği görebilme yetisini güçlendirir.(7) Son olarak da şu ifadeyi direkt aktarayım: “Karaciğer canlı bir bedende kehanetin belirtilerini açıkça gösterir. Beden cansızsa körleşir, kehanet de karanlık olduğu için gerçeklerden uzaklaşır.”(8) Gördüğümüz gibi, Antik Çağın en büyük filozoflarından biri olan Platon da karaciğerin kehanetle ilişkisini insan bedeni üzerinden de olsa vurgulamıştır.
Son olarak Kutsal Kitap’tan da bir ayet gösterip, konumuzu farklı bir şekilde tartışmaya başlayacağım. Yahudi Kutsal Kitabı Tanah’ın içerisindeki Hezekiel isimli kitabın 21. ayetinde Babil Kralı ile alakalı şöyle bir ayet var: “Çünkü Babil Kralı iki yolun ayrıldığı, yolların çatallaştığı yerde fala bakmak için duracak. Okları silkeleyecek, aile putlarına danışacak, kurban edilen bir hayvanın ciğerine bakacak.”(9)
Bu kehanet yönteminin geçtiği ünlü metinlerden örnekler verdik. Sırada, bu yöntemin adını açıklamak var. Ayrıca, öncesinde sorduğumuz “neden başka bir organ değil de karaciğer?” sorusunu yanıtlamaya çalışacağım ve konuyu Burkert’in metninden hareketle açıklama girişiminde bulunacağım.
Metin boyunca bahsettiğimiz kehanet yönteminin ya da kehanet geleneğinin ismi Hepatoskopi’dir. Hepatoskopi, Yunanca karaciğer anlamına gelen “hepar” sözcüğü ile Yunanca görmek anlamına gelen “skopeo” sözcüğünden gelmektedir.(10) Burkert’in aktardığına göre: “Tabii ki kurban ritüeli esnasında gerçekleştirilen çeşitli kehanet türleri vardı ama en yaygın olanı ciğerlerin incelenmesiydi.”, “Pers-Yunan savaşlarından sonra Yunan edebiyatında hepatoskopi en yaygın kehanet türü olarak ortaya çıkar. Platon’dan öğrendiğimize göre hepatoskopi, kuşların hareketlerini izleyerek yapılan kehanetten daha saygın bir kehanet türüydü.”(11) Mezopotamya’da gelişen bu gelenek, Babillilerde, Hititlerde ve Asurlularda görülür. Bu gelenek babadan-oğula öğretilmiştir ve bu şekilde bozulmadan devamlılığını sağlamıştır. Sonrasında ise Burkert’in gösterdiği gibi Doğu etkisinin yaygın olduğu bir zamanda göçmen kâhinler aracılığıyla bu gelenek Batı’ya, Etrüsklere taşınır.(12) Etrüsklerden ise bütün bir Yunan dünyasına yayılır ve görüldüğü üzere en yaygın kehanet yöntemi olarak karşımıza çıkar. Doğu’da ve Batı’da görülen hepatoskopi geleneğinin benzerliklerini Burkert çok başarılı ve ayrıntılı bir şekilde göstermiştir.(13) Başka bir organ yerine karaciğerin tercih edilmesi ise onun kanlı yapısından ve karmaşık, değişken formundan kaynaklanır.
Umuyorum ki sizlere başlangıçta karmaşık ve anlamsız gelmiş olabilecek bu konuyu yeterince açık ve anlamlı kılabilmişimdir. Karaciğer gördüğünüzde hepatoskopiyi hatırlamanız dileklerimle…
Notlar:
1) https://www.etimolojiturkce.com/kelime/kehanet
2)Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, çev. Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014, s. 11
3)a.g.e., s. 12
4)a.g.e., s.21
5)Leukippos ve Demokritos, Atomcu Felsefe Fragmanları, çev. C. Cengiz Çevik, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, s. 75-76
6)Platon, Timaios, çev. Furkan Akderin, İstanbul: Say Yayınları, 2018, s.89
7)a.g.e., s. 90
8)a.g.e., s. 91
9)https://kutsalkitap.info.tr/?q=hez%2021
10)https://en.wiktionary.org/wiki/hepatoscopy#:~:text=hepatoscopy%20(uncountable),in%20these%20zones%20were%20important.
11)Walter Burkert, Yunan Kültüründe Yakındoğu Etkileri, çev. Mehmet Fatih Yavuz, İstanbul: İthaki Yayınları, 2017, s.78
12)a.g.e., s. 81
13)bkz. Burkert Walter, Yunan Kültüründe Yakındoğu Etkileri, çev. Mehmet Fatih Yavuz, İstanbul: İthaki Yayınları, 2017